24 Şubat 2012 Cuma

MİLLİ ŞEFİN HALKEVİ'NDE EDİRNELİLER'E HİTABESİ

Edirne tarihçisi Osman Nuri Peremeci, İnönü'nün Edirneliler'e hitabesini “EDİRNELİLER'E ALTIN HARFLE YAZILACAK ARMAĞANDIR” diyor.


EDİRNE'Yİ ZİYARETİMDEN ÇOK MEMNUNUM. GÜZEL EDİRNE'MİZİ EVVELKİ GELİŞİMDEN DAHA İYİ VE İLERLEMİŞ BULDUM. BÜTÜN MEMLEKET EDİRNE'NİN REFAHI VE TERAKKİSİLE YAKINDAN ALAKADARDIR.

DEVLET EDİRNE' Yİ YÜKSELTMEK 1ÇİN HUSUSİ TEDBİRLER ALDI, SİVİL VE ASKERİ TEŞKİLAT İYİ SEMERELER VERDİ. GAYRİ ASKERLİK KALDIRILDIĞINDAN BERİ TARİHİ ŞEHİR KENDİNE YARAŞIR TABİİ MANZARASINI ALMAĞA BAŞLADI. HAYATIMIZIN KIYMETLİ HATIRALARI EDİRNE ORDUGAHI'NDAN GEÇTİ. EDIRNE'MİZİN MAMUR, TEMİZ, KUVVETLİ OLMASI DEVLETİN SİYASETİNDE EHEMMİYETLl BİR NOKTADIR. EDİRNELİLER'İN YURTLARININ YÜKSEK DEĞERİNİ İYİ TAKDİR ETMELERİNİ İSTERİM. KIYMETLİ KABULUNUZA TEŞEKKÜR EDERİM.”

Milli Şef İsmet İnönü'nün Trakya Manevraları dolayısile Edirne'yi ziyaretlerinde imar hareketinin şehir Belediyesine yüklediği hizmeti ağır görmüşler, Nafia Vekaleti'nin bu işi üzerine almasını ve 200 bin Lira ile yıktırma ve genişletme hareketine başlamasını söylemiştir.

Bütün bu güzel temenni ve öneriler Edirne ve Edirneliler içindir.

İnönü'nün söylediği bu nutuk Edirne Belediyesi tarafından kalın bir pirinç üzerine yazılmıştır. Bu pirinç levhayı yıllar önce (Yaklaşık otuz yıl önceleri) gördüm. Sayın Hamdi Sedefçi'nin makam odası kapısı yanında değerli bir hemşehrimizin KIRKPINAR ŞİİRİ ve hemen onun yanında Belediye binasının projesini çizen NAZİF EFENDİ'nin diploması asılı duruyor. Her ikisi de Belediyemiz için bir şereftir ve Belediyemize de bu yakışır.

Sayın Başkanımızın yıllarca unutulmuş bu levhayı ortaya çıkarması ricamız olacaktır. Edirneliler bu nutuk ile şeref duyacağı muhakkaktır. Bu işin siyasi bir tarafı yoktur. Bilakis Edirne için bir şereftir. Sayın Başkanımız ricamızı yerine getirirse çok memmun oluruz. Belediye binasında yıllarca (yaklaşık 70 yıl) muhafaza edilen İnönü'nün nutkunu ortaya çıkarmasını Sayın Belediye Başkanımızdan özellikle rica ediyorum.

Bu şerefi bizden esirgemeyin.

 Kaynak: HUDUT Gazetesi, 23 Şubat 2011, Çarşamba

Müjde, Saat Kulesi onarılıyor

1956 yılında Saat Kulesi’nin üst iki katı yıktırılmıştı. O günden sonra tam 55 yıl kule bir türlü onarılamadı ve bir kara mizah örneği gibi Edirne’nin ortasında harap hali ile yer alıyor.


Saat Kulesi için ben de tam elli yıldan beri defalarca yazı yazmıştım, fakat bir netice çıkmamıştı.

İstanbul Teknik Üniversitesi profesörlerinden birinin kulenin yıktırılmasına ilişkin verdiği rapor ile saat kulesi yıktırılmıştı. Acı taraf şudur ki, kulenin yıktırılması dinamitle olmuş ve üst katlar ancak böyle yıktırılabilmişti.

Bundan 4-5 yıl önce Edirne’nin iktidar partisinden milletvekili olan Necdet Budak’a mektup yazarak kulenin eski fotoğraflarını yolladım ve saat kulesinin tekrar eski hali ile Edirne’de yaşatılması gerektiğine bir kez daha dikkat çektim.

Sayın milletvekili bu işe olumlu bakmış ve Kültür Bakanlığı’nın girişimi ile projesi hazırlanmış fakat araya Edirne Valisi Nusret Miroğlu’nun girmesi üzerine restore işi yapılamamıştı.

Bu kule, Kültür Bakanlığı'na aittir, yani Vilayet ile ilgisi yoktur. Ama ne var ki, Valimiz, “Bu işi ben yaparım” diye araya girmiş ve böylece proje geri çekilmişti. Tesadüfe bakın ki Valimizin bir hafta sonra tayini çıkınca her şey yüzüstü kalmış oldu.

Geçenlerde Sayın Valimiz Gökhan Sözer ile yaptığım bir sohbette, Saat Kulesi’nin yarım asırdır Edirne için bir yüz karası olduğunu anlattım ve onarımı için ricada bulundum. Sayın Valimizin yaptığı açıklama yüreğime su serpti. Verdiği yanıt çok olumlu idi ve kulenin ihalesinin pek yakında yapılarak, Edirne Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan proje ile onarımın başlayacağını öğrendim.

Hele şükür! Yarım asır kendi haline terk edilen ve Edirne’nin güzel bir siluetini temsil eden kule ele alınmış oluyor. Sevinmemek elde değil. Yurdumuzda her kentte bir saat kulesi varken, Edirne’de niye olmasın? Zaten kulenin yarısı mevcut, diğer yarısı da yapılırsa, Edirne tekrar eski siluetine kavuşacak. Sayın Valmize çok teşekkür ettim. Yarım asırdan bu yana tekrar Edirne’nin yaşamına döndürülmesi için mücadele ettiğim bu önemli eser kurtuluyor.

Buna müjde demekten başka ne diyebiliriz?
 
 Kaynak: HUDUT Gazetesi, 14 Mayıs 2011, Cumartesi

Saat Kulesi üzerine...

Yaklaşık 50 yıldan bu yana restore edilmesi için uğraş verdiğim Saat Kulesi'nin tekrar gündeme geldiğini görüyorum.Günler öncesinde Sayın Valimiz ile yaptığım sohbette Saat Kulesi'nin onarıma alınacağını duyunca doğrusu ya sevincimden havalara uçtum. Bu sohbette Edirne Kültür ve Tabiatı Koruma Kurulu'nun kule restore edildikten sonra, üst tarafına saat konulup konulmayacağı hakkında henüz karar vermediğini de öğrendim.


Saat kuleleri saatsiz olmaz. Abdülhamit dönemi bütün şehirlerde yapılan saat kulelerinin tepesinde daima saat kullanılmıştır. Zaten bu kulelerin anlamı da budur.

Ecdad yadigarı bu saat kulesinin macerası çok ilginçtir. Önceleri ahşap yapılan bu kulenin yanmasından sonra kagir olarak tekrar inşa edilmiştir. Ne var ki, 1953 depreminde hasar gören kule belediye tarafından dinamitle yarı yarıya kadar yıktırılmıştır. Bu haliyle kule yarım asır hödük vaziyette, Edirne'de çirkin görünümü ile bizleri üzmüştür.

Saat Kulesi'nin yıktırılması hususunda İ.T.Ü.'den Prof. Dr. Gündüz Özdeş, bu kule için bakın ne diyor:

“Hiç bir hasar görmemiş olsa dahi, tarihi şaheserlerimizin ve bunları göğsünde barındıran güzel Edirne'mizin yan yana meşhur siluetinin kurulması bakımından mezkur kulenin yıkılmasında hiç bir mahsur bulunmadığı ve bilakis isabet olacağı kanaatimizi saygı ile arz ederiz.”

Bunu söyleyen bir üniversite profesörü... “Yıkılsın efendim!” diyor ve hatta yıkımın isabetli olduğunu söylüyor.

Aradan yarım yüzyıl geçti. Aynı terane devam ediyor. Edirne Vali Yardımcısı Abdullah Arslaner dahi aynı fikri söylüyor. 'Yıkılmalı' diyor. O halde Üç Şerefeli Caminin orjinal tek bir minaresi varken, buna üç minare daha ilave edilmiş, onlar da mı yıkılsın?

Güzel ya da çirkin olsun, o bir değerdir. Acaba Sayın Arslaner “EDİRNE : SERHATTAKİ PAYİTAHT” kitabında yer alan bu saat kulesinin fotoğrafını gördü mü? (Sayfa 310-Bajdaroff-Sofia)

Edirne'yi Edirne yapan “ecdat yadigarı” eserlerdir. Nerede o eserler? Çoğunu yıktık veya sattık. Edirne güdük kaldı, yazık değil mi?

Bu husuta daha gerçekçi düşünmeliyiz. “Bu eserler bu memleketin tapusudur. Bu ülkenin geçmişini ve Türk olduğunu gösterir” diyerek sözüme son veriyorum.
 
 Kaynak: HUDUT Gazatesi, 07 Haziran 2011, Salı

Muhteşem Yüzyıl

Televizyonda en çok beğenilenlerden biri olan, Kanuni Sultan Süleyman ve dönemini anlatan Muhteşem Yüzyıl dizisi halk tarafından ilgi ile izleniyor. Halkımız öncelikle saray hayatı ve harem kadınlarının yaşantılarını bilmedikleri için, bu yaşantı onlara çok cazip geliyor.


Osmanlı'daki harem hayatı ve harem içinde yaşananlar halkımız tarafından pek fazla bilinmediği için, haremdeki kadınların saltanatı, güç kavgaları, saltanata ilişkin döndürdükleri dalavereler merakla izleniyor. Halkmızın çoğu genelde saray hayatını bilemez, o hayatı resmi tarih dışında pek okumamış ve bilgi sahibi olmamıştır.

Ben bu diziyi zaman zaman izliyor ve gülüp geçiyorum. Nasıl gülmeyeyim!? Haremde bulunan kadınların çoğu günümüz kadınlarının kullandığı sütyenlerden kullanıyor. Demek ki 5 asır önce de kadınlar sütyen kullanıyormuş.

Hele bir sahneye şaşıp kalmamak elde değildi. Kanuni Sultan Süleyman ve avamı masaya oturmuşlar yemek yiyorlar. Tabi bu film bir kurgu filmidir ama yüzyıllar önce atalarımız masada yemek yiyorlar mıydı? (Gerçi bu masa Damat İbrahim Paşa'ya (Pargalı) Venediklilerin düğün hediyesi olarak gösterildi.)

Dönemin birçok minyatür ustalarının çizimlerinden, insanlarımızın yer sofrasında yemek yediklerini, önlerinde tepsilerde bulunan yemekleri elleri veya tahta kaşık ile taam ettiklerini gösterdiğinden bu bilinen bir gerçektir. İmarethanelerde taş sofralar önüne bağdaş kurarak yemek yenir, bu nedenle çatal kaşıkla yemek yenmesine şaşırıp kalmamalı...

Dizinin tamamı sarayda iç mekanlarda geçiyor. Yani Kanuni'nin büyük bir ordu ile sefere çıkması, sefer hazırlıkları da dizide yar alsa da o ihtişamı yansıtmamakta. Örneğin Viyana Seferi yapan ordunun 200 bin kişi olduğunu çoğumuz bilmeyebilir. Bu ordunun uzunluğu kaç kilometredir acaba, bunu kaç kişi bilir!?

Ordu merhale merhale sefere çıkarak harp sahasına ulaşır. Bildiğim kadar, bu ordunun uzunluğu onlarca kilometredir. Yayası ile, atlısı ile, topçusu ve yeniçerisi ile velhasıl kilometrelerce olan bu orduyu görmemiz tabi ki mümkün olmuyor. Gördüğümüz şey, saray entrikaları. O ona ne demiş, kadınlar arası çekememezlik, kısaca saray entrikaları ve kavgaları içeren kurgudan öte gidemeyen bir hikaye.

Kanuni bunların arasında dönüp duruyor, aklı fikri Hürrem Sultan ile buluşmak ve yarenlik etmekte.

Bir kurgu olan hikayesine rağmen dizi yine de ilgiyle izleniyor.
 
Kaynak: HUDUT Gazetesi, 21 Mayıs 2011, Cumartesi

Edirne'de doğan şehzadeler ve ölen padişahlar

Edirne'nin 1365 yılından sonra payitaht olması nedeniyle Eski Saray ve Yeni Saraylar yapılmış ve kent Balkanlar'ın en büyük şehri olmuştur.


Ikinci Saray, (Saray-ı Cedide Amire) Fatih Sultan Mehmed tarafından Tunca Nehri kıyısında yaptırılmıştır. Bu sarayda, Cem Sultan H. 864, M.1459'da doğmuştur. Sarayın üst katında bulunan bölüm bu nedenle 'Cem Cumbası' olarak adlandırılır. (İkinci Bayezid, Dimetoka'da doğmuştur)

Edirne'de doğan ve ölen 2'nci Murad'ın oğulları Şehzade Orhan Bin Murad Han Sani ve Şehzade Hasan Bin Murad-ı Sani (Dar_ül Hadis türbelerinde gömülü) açık türbelerde bulunmaktadır.

Aynı yerde kapalı türbeler içersinde bulunan şehzadeler ise, 2'nci Mustafa'nın oğlu Şehzade Ahmed Bin Sultan Mustafa Sani ve 3'ncü Ahmed'in çocukları Şehzade Mehmed (Şehzade Mehmed Bin Ahmed sani) ve Şehzade Selim'dir. (Şehzade Sultan Selim Bin Ahmed sani)

Edirne'de önemli bir şehzadenin türbesi de Sultan Selim Camisi (Selimiye) şehitliğinde bulunan 3'ncü Ahmed'in şehzadesine aittir. Orta İmaret'te bulunan cami haziresinde Fatih Sultan Mehmet tarafından Saray-ı Atik'te boğdurulan Şehzade Ahmed Bin Sultan Murad ve hemen yanındaki sandukada bulunan Şehzade Mustafa'nın kabirleri vardır. Ancak caminin restorasyonunda her iki sanduka da ortadan kaldırılmıştır.

HÜRREM SULTAN : Hürrem Sultan son yıllarını Edirne'de geçirmiş ve 18 Nisan 1558'de 52 yaşında Edirne'de sıtma ya da yüksek ateş nedeniyle ölmüştür. Edirne'de gömülecek diye türbesine konacak kitabe mermer üzerine yazılmış ise de, Kanuni Sultan Süleyman'ın emriyle cenazesi İstanbul'a gönderilmiştir. Süleymaniye Cami Külliyesi içindeki türbeye gömülüdür.

Edirne'de gömülü olan şehzadeler dışında Edirne'de ölen ve cenazesi İstanbul'a gönderilen padişahlar da şunlardır.

2'nci SÜLEYMAN : Sultan İbrahim'in oğludur. Hastalıklı bir kişi idi. Vücudu şişmiş ve yatalak olarak Edirne'de öldü. (H. 1102 – M. 1690)

1'inci MHMED : Edirne'de ölen bir padişah da Mehmed Çelebi'dir. (1'inci Mehmed) İhtiyarlığı Edirne'de olmuş ve burada ölmüştür. Ölümüne inanmayan yeniçerilere Mehmed Çelebi'yi bir koltuğa oturtarak göstermişler ve 'Padişahımız hasta' diyerek askeri teskin etmişlerdir.

Edirne'de doğan padişahlardan biri de 2'nci Mustafa'dır. Edirne'de 1664'te doğmuştur.
 
Kaynak: Hudut Gazetesi, 24 Haziran 2011, Cuma